İslamcılık ve “Milli Şuur”

Ο Παρατηρητής της πολυφωνίας

İslamcılık içerisinde her zaman güçlü bir milliyetçilik var olageldi. Genellikle tarihten seslenen ve kendi geçmişine büyük bir gıptayla bakan, bugünde muhtaç olduğu saadeti geçmişin gölgesinde arayan bu milliyetçilik, ümmet kelimesinin sağladığı düşünsel konfor ile daha bölgesel bir anlam kazanıyordu. Buna rağmen ümmetçilik, neredeyse hiçbir zaman Müslümanlar arasında eşitlik gözeten bir kavrama dönüşmedi ve neredeyse her zaman bir egemenlik iddiasının mottosu gibi kullanıldı. Örneğin Türkiye İslamcılığı için ümmet, bir zamanlar Osmanlılar tarafından egemenlik altına alınan, onlar tarafından yönetilen uyruklar toplamı olduğu için değerliydi.
 
İslamcılık içerisinde kendini milliyetçilikten uzaklaştırmaya çalışan ve İslam’ın özünü, İslam dinine aidiyet hisseden dini kimliklerin muhayyel ortaklığında, özdeşliğinde arayan çeşitli yollar aransa da belirleyici ve etkili olan ana-akım İslamcılık, milliyetçilik ile içerden bağlar kurmayı dinin mütemmim bir cüz’ü saydı. Türkiye İslamcılığında millilik, milliyetçilik vurgusu ‘zamanın gerekleri’ne göre ve sıklıkla da maslahat icabı dile getirildi. Milliyetçi olmadıkları için değil, İslamcılardan daha fazla milliyetçilik iddiasında olanlardan ayrışmak için bu vurgunun her zaman münasip bir dozda ayarlanması gerekiyordu. (Buna ilişkin en ikna edici örnekleri Arap İslamcılığında bulabiliriz. Örneğin Müslüman Kardeşler hareketinin, hatta kurucusu Hasan el-Benna’nın birçok metninde Arap ve Mısır milliyetçiliğine yönelik bazen artan, bazen azalan vurgular görülebilir.)
 
İslamcılık içerisindeki milliyetçi coşkunun, zamanın ruhuna denk gelecek şekilde ve kontrol edilemeyen bir histeri nöbeti halinde açığa çıkmasının, İslamcılığın tarihsel varoluşuyla ilgisi olduğu kadar geçirdiği dönüşümle de ilgisi var. Bu dönüşüm, bir zamanlar içinde bulundukları koşullara itiraz ederek iktidara talip olan İslamcılığın, muktedir olduktan sonra kendi elleriyle yarattığı yeni koşullara uygun ‘şuur’ istenciyle ilgili. Ortada bir şuur noksanlığı olduğu muhakkak, fakat bu noksanlıktan kimin muzdarip olduğu konusunda rivayetler muhtelif.
* * *
İslamî şuur. Bir siyasi parola. Ne modernist kapitalistlere ne de Allahsız komünistlere yüz vermemek gerektiğini anlatan bir tamlama. Ne sağcılık, ne solculuk… orta yolculuk. Her şeyin İslamî şuur ile ele alınıp değerlendirilmesi gerektiği dini bir vecibe gibi sunulsa da, aslında bir din olarak İslam yerine bir ideoloji olarak İslam’ın ikame edilmesinin ifadesi. Öyle ki, ancak bu şuura sahip olan nesiller, her derde deva bir açıklama modeline sahip oldukları için muhterem homoislamicusun önderliğinde aleme nizam verebilecekti.
 
İslamcılık siyasetinin, Müslüman-yoğun toplumlar için bir siyasal alternatif olup olmadığı hakkında uzun yıllar yapılan tartışmalar, neredeyse bütün bölgede hayatın gerçekliği ile test edildi. Artık bu sorunun İslamcılar için gerilimli bir cevabı var. Yine de hatırlamakta fayda var; İslamcılık bir itiraz hareketiydi. Özellikle 1990’lı yıllarda, memnuniyetsiz ve hayal kırıklığı yaşayan gençlerin yöneldiği, orada bir istikbal ve haysiyet aradıkları, esirgeyen ve emniyetli olduğu varsayılan bir sığınaktı. Ayrıca İslamcılık, her ne kadar modern bir hareket olsa da, modernizmle karşılaşmanın neden olduğu kimlik sancısından muzdaripti. İşte İslamî şuur, bu sancının tedavisiydi.
 
İslamcılığın kendini nasıl gördüğü üzerine uzun uzadıya yazılabilir ama asıl önemli olan kendinde neyi görmediğidir. Örneğin kendindeki moderniteyi görmeye direnmekle birlikte modern ulus-devletin kendisine zerkettiği, sinesindeki ve damarlarındaki asil şuurunu da görmedi. Tıpkı sinesindeki kapitalisti görmediği gibi. Bunun yerine her meseleyle ilgili ‘İslamî’ ön sıfatını ortaya sürdü. İslamî aile, İslamî eğitim, İslamî belediyecilik, İslamî hariciye, İslamî bankacılık, İslamî otobüs… Batılı post-modern düşünürlerin modernizm eleştirilerinden aldığı ilhamla modernizme topyekûn saldırırken ve çareyi İslamcılık olarak gösterirken bile bir yandan modernizmin nimetlerinden istifade etmeyi ihmal etmedi, bunu “düşmanının silahı silahlanmak” ve haliyle, dinin bir emri saydı… İslamî modernizm.
Muhalif olduğu her yerde İslamcılığa mahsus bir enternasyonalizmi dile getiren, her fırsatta Müslümanların vahdetinden söz eden islamcılığın, muktedir olduğu her yerde modern devlet aklını ve mantığını haleflerinden daha şevkle devralmış olması, onun fikri bunalımının bir sonucu değildi. Mutlak iktidar ideolojisiydi ve kendinde varsaydığı siyasal ideoloji, modern ulus-devlet ideolojisinin kötü bir kopyasıydı. Bu nedenle hızla milliyetçiliğe ve hatta bazen ırka vurgu yapan, kendini yanıbaşındaki komşusundan ayrıştıran bir dile geçiş yaparken hiç zorlanmadı. Tıpkı ‘İslamî ekonomi’ gibi ‘İslamî siyaset’ de hamasi nutuk vakitlerinde şık salon avizelerinde çınlayan bir yankı olmaktan öteye gidemedi. 
* * * 
İslamcılığın, ayaklar altına aldığı, kendisinden beri gördüğü milliyetçilik ile kendi milliyetçiliği arasında bir fark gözettiği muhakkak. Ancak bu fark, olmasını temenni ettiği bir fark. HDP’nin AKP için bir tür seçim barajına dönüştüğü 24 Haziran seçimlerinde, meydanlarda ve televizyon kanallarında milliyetçiliğin bu kadar hoyratça savrulmasının arkasında İslamcılığın içinde gezinen ve modern ulus-devletten devşirdiği biçimsiz ve tekinsiz “milli şuur” var. Bu nedenle İslamcılık sadece tarihsel bir başarısızlık olarak değerlendirilemez. Onun asıl trajedisi, kendini alternatif bir imkan olarak sunarken ve “düşmanının silahı ile silahlanma”yı amentüsüne dönüştürürken, düşman bellediklerinin kötü bir kopyasına dönüşmesindedir. Müslüman-yoğun toplumlarda iktidar olan bütün İslamcı siyasetlerin, Sünni-Şii gettolarına sıkışmaları ya da İslamcılığın muhayyel ufkunu ve siyasal pratiklerini nepotizm, kayırmacılık, hile, yalan, manipülasyon ile sakatlamaları nasıl tesadüf değilse, sinesinde besleyip büyüttüğü milliyetçi hamaset de tesadüf değil. 
 
Bu da İslamî milliyetçilik.
 
Polat S. Alpman / Birikim

google-news Ακολουθήστε το paratiritis-news.gr στο Google News και μάθετε πρώτοι όλες τις ειδήσεις.